25 Aralık 2014 Perşembe

   39 Aldım Diye Ağlamadım...


  Bugün elektronik yayıncılık dersimiz vardı. Dönemin başından beri belirli uygulamalar yaparak not topluyorduk. O notların açıklanacağı gündü aynı zamanda. Heyecanlıydım merak ediyordum kaç aldığımı. Sonra hocamız açıklamaya başladı verdiği puanları, nerede yanlış yaptığımızı ve dikkat etmemiz gereken yerlerdi.
  İsimler okunuyor ama bana sıra gelmiyordu sanki. Birden "Zeynep" dedi hoca. O saniyeden sonra kalbimin atış ritmi birden hızlandı. Ben notumu okumasını beklerken, hocam "e-raporun ne öyle" dedi. Bendeki heyecan yerini endişeye bıraktı. Kaç aldığımı merak ederken hoca beni diğer Zeynep' le karıştırdı. Ama sonuç değişmedi çünkü benim ödevim de iç açıcı değildi. Ardından aniden notumu söyledi: "39" Şok oldum duyunca, nasıl olur dedim, diğer arkadaşlarımın notları açıklanırken bende iyi almışım diyordum kendimce, ama değildi. Düşündüm, düşündüm nerede ne yaptım da böyle oldu diye. E-raporumun iyi olmadığını biliyordum ama powtoon ödevime güveniyordum. Hocam ise hikayemde ne anlatmak istediğimi anlamamış bile ya da ben anlatamamışım. Kendimden o kadar emindim ki, powtoon ödevinden iyi not alırım demiştim ama öyle olmadı. 
  Ben bunları düşünürken, duygusallığım tavan yaptı ve gözlerimden yaşlar tek tek damlaya başladı. Kimseye belli etmemeye çalışırken hocam bile gördü. Ama ben 39 aldım diye ağlamadım,o kadar uğraştım. çabaladım. Başkaları ise kendini yormadan, çabalamadan yaptı ya da yaptırdı bilemiyorum, sonuç olarak benden yüksek aldılar. Alsınlar herkes yüksek alsın ama emeklerim...
  Hocam ağladığımı görünce üzülme ağlama falan dedi hatta espri yapıp beni güldürdü bile. Böyle bir gün geçirdim bu gün işte. Biraz heyecanlı, biraz endişeli, biraz meraklı, biraz ağlamalı, hafifte tebessümlü...
Bu arada benim kötü bir huyum var: "ağlamak." Lise de enler yazılırdı ya bana da sulu göz derlerdi. Değiştirmeye çalıştığım bu huyumu değiştiremedim gitti.

19 Kasım 2014 Çarşamba

  Aradan sonra


    Başlık ilginizi çekti mi? 
    Bir ara bloga yazı yazma derdin de oluğum için, aynı gün içinde iki tane yayın yapıyordum. Fakat ödevim bitince ara verdim. O kadar yoğunum ve stres altındaydım ki bunun için rahatlamaya ihtiyacım vardı. O zamanlar,yazmak zorundaydım  ve yazmalıydım.Çünkü ucunda geçmek istediğim bir ders, iyi bir puanla, vardı.
   Aslında çok saçma değil mi? İnsan yazdığı zaman rahatlar. Ama söz konusu ödev olunca öyle olmuyor. Birde yazmak zorunda olmak ya da zorundalık bizi yoruyor.
   Alışagelmiş olduğumuz ezberci yöntemden sonra üretmek zorluyor diyebiliriz. İlkokul ve lisede yazmamış insan, nasıl yazabilir ki diye düşünmeliyiz.
   Önceden korktuğum  bu "yazmak" kelimesini artık seviyorum. Teşekkürler yazdırmayı sevdirenlere...

16 Kasım 2014 Pazar

               

             Yağmur...

      
     Yağmur yağacağı zaman gökyüzü belli eder. Güneş kaybolur, ortalık kararır, inceden rüzgar eser ve bulutlar aşağı iner. Bir iki gök gürültüsünden sonra yağmur damlaları, tek tek buluşur toprakla. O buluşma anına ben hep pencereden şahit olurdum. Ben de yağmura kavuşmak isterdim toprak gibi lakin annem hiç izin vermezdi. Çünkü küçüktüm, neymiş hasta olurmuşum. O zaman toprak neden hasta olmuyor ki diye düşünürdüm.
     O kavuşmayla beraber bir koku sarar etrafı. Toprak özlemiş yağmuru sanki. Hasret gideriyorlar. Nerede kaldın der gibi.
     Toprakla beraber bitkilerde özlemiştir yağmuru. İhtiyacı vardır ona, dayanamaz bitkiler yağmursuz günlere. Yağmur da önce yapraklarına merhaba der sonra köklerine. Bitki de yağmura karşılık boynunu eğer o damlalara ve merhaba der.
    Ama insanlar, değerini bilmez yağmurun. Kaçarlar köşe bucak. Ne yapacak yağmur sana, altı üstü ıslanacaksın. Yürü altında kaçmadan ve dinle o sesi.
      Yağmur yaşam kaynağı, yağmur hayat, yağmur bereket...
                 
           
      

15 Kasım 2014 Cumartesi

     

      Uşak 'ın Eşsiz Lezzetlerinden Topalak 

  
    Uşak ilinin düğünlerinin vazgeçilmez lezzetidir Topalak aşı.Düğün evinde kadınlar toplanır ve sohbet eşliğinde hep birlikte yaparlar. Bende bu gün size topalağın tarifini vereceğim.
       Malzemeler;
   Bulgur
   sıcak su
   un
   bütün kuru kırmızı biber
   tuz
   kuru soğan
   salça
   sıvı yağ
   haşlanmış nohut
    Önce bulgur bir kaba konulur ve içine sıcak su ilave edilir. Bu şekilde yaklaşık 15- 20 dakika bulgurun  yumuşaması için bekletilir. Sonra bulgurun içine rendelenmiş kuru soğan, tuz, un eklenerek iyice yoğurulur. Yoğurulan hamurlar küçük parçalara bölünür ve iki elin arasında topalanır (yuvarlanır). İşte topalak adını da buradan alır. Topalanan parçalar birbirine yapışmasın diye eleğin içine un eklenir ve elenir.
                                 
    Derin bir tencereye yağ eklenir ısındıktan sonra salça eklenir ve kavrulur. İçine su eklenir ve kaynatılır. Kaynayan suyun içine topalaklar ve haşlanmış nohut atılır. Pişmesine 10 dakika kala kırmızı biberi de atın. Topalaklar piştikten sonra ocağın altı kapatılır. Hepsi bu kadar çok basit ve malzeme arama derdi yok. Sıcak servis ediniz. Afiyet olsun.
                             
                                             

       Çocuklar...


     Dünyaya geldiklerinde bilmezler nerede olduklarını.Ağlarlar, yabancı bulurlar. Ama birisi vardır ki ağlamasını dindiren. Korkma diyen. Sonra zaman geçtikçe alışırlar dünyaya.
    Masumdur onlar, kin nefret, kıskançlık yoktur içlerinde sadece sevgi. Ha birde sevilme isteği. Sevmediğinizde ya da onlar öyle sandığında küserler. Sen beni sevmiyorsun derler sadece. Başka duygu beslemezler size karşı. Böyle durumlarda kucağınıza alıp bir öptüğünüzde unutuverirler hemen. Saf ve temizdirler.
    Küçük dünyalarında hesap yoktur. Oynarlar, ağlarlar, gülerler. Bazen yağmurdan sonra güneş çıkarda , gök kuşağı oluşuyor ya, ben çocukların gülüşlerini onlara benzetirim. Görün o gülümsemeyi, ne dert ne tasa kalır siz de, hepsi geçer gider.

    Çocuk olup, çocuk kalmak vardı diyorum. Ama herkesin içinde bir çocuk vardır aslında.Dışarı çıkartılmaz sadece bastırılır içeride. Bizde çocuklar gibi masum duygularla yaşayabilsek keşke.

14 Kasım 2014 Cuma

    Silgi


   Silgi deyince aklınıza ne gelir?
   İlkokul
   İlkokul gelir benim aklıma.Önemlidir silgi o zamanlar. Anneler iyice tembih eder çocuklarına, "Kaybetme silgini" der. Hele yeni alınmış silgiler, gözümüz gibi bakarız onlara,  kaybolmasın diye de ortasından iğne geçirip boynumuza asarız mesela. Kullanınca da siyah olan yerleri boş sayfada temizleriz özür dilercesine ya da dayanamayıp önde oturan arkadaşa sesimizi duyurmak için parçalar, fırlatırız. İlk zamanlarda gözümüz gibi baktığımız silgiyi. 
   Adı üstünde silgi, siler defterde ki hataları. Yanlış yazdığın yazını telafi etme şansı verir sana. Ama hayatta ki  hataları, yanlışları silmek için ne vardır ki... Hayatta da bir silgimiz olsaydı diyorum bazen, hatalarımızı, yanlışlarımızı ya da hayatımıza giren istemediğimiz kişileri silmek için.

   İnsanın silgi gibi bir aleti yoktur ama "unutmak" gibi bir lütfu vardır. Unutursun ama izi kalır sende. Silgi de öyle değil midir aslında.Silersin, izi kalır...
                       
                           
                                        

           Sokakta Hayat Var


       Bugün size benim çok sevdiğim bir programı anlatmak istedim. "Sokakta Hayat var" Müzik ve İstanbul'u seviyorsanız her cumartesi TRT Türk ekranlarına o zaman. Çünkü İstanbul'un birbirinden güzel sokak, cadde, meydanlarında eşsiz müzik ziyafetiyle ve birbirinden değerli ses sanatçılarıyla buluşabilme imkanımız oluyor.  Müzik hakkındaki sıcak sohbetleri ve eşsiz şarkılarla vaktin nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz.Ayrıca programın yapılacağı yer hakkında bizleri tarihi ve kültürel yönden bilgilendiriyorlar . Anlayacağınız çok yönlü bir program İstanbul'un sokakları, şarkıları, insanları hepsi burada.
      İzlemenizi tavsiye ederim.
      


13 Kasım 2014 Perşembe

      Annemi Özledim Galiba


   Bundan 6 hafta önce, okullar açılacak ya bizim evde ayrılık kokuyor. Anlaşılıyor annemin tavırlarından. Bir başka davranıyor bana. Mesela; Bir iş yapacağım, oradan hemen bir ses duyulur: "Dur! sen yapma. Ben yaparım."  ya da" Yemeklerden iyice ye, yiyemezsin orada."  bunlar çoğaltılabilinir. Siz de biliyorsunuzdur zaten değil mi? 
   Şimdi ben burada o uzakta. Keşke şu an yanımda olsa. Olsa da sarılsam,kokusunu içime çeksem.Gülüşünü görsem, içimi ısıtan o gülüşünü. Fark etmez, kavga da edebiliriz, kızabilir bana , bağıra da bilir. Sesini duysam, kızım Zeynep'im deyişini duysam. Yemekleri olsa mesela, o nasır tutmuş elleriyle yaptığı yemekleri olsa da yesem.Kış geliyor ya sobayı da kurmuşlardır. Hiç sevmez o kışı çünkü soba yakmayı sevmez. Sevmediği kadar da vardır hani. Soba yakmayı bilenler bilir, tutuşmaz bir türlü, kızar kendi kendine. O soğuk günler de buz gibi mutfakta nasıl yemek yaparsın annem, Ah ah kim söylediyse doğru söylemiş, annelerin hakkı ödenmez diye.Dokuz ay karnında taşır, yetmez sırtında da taşır.Benim için gecesini gündüzüne katar. Annem, annem hakkını helal et.Seni çok seviyorum, kıymetlim benim.

   Bu arada hemen kalkın, telefonu elinize alıp arayın annenizi, halini hatırını sorun çünkü Anne candır, candan öte canandır, bir tanedir. Koruyucu meleğindir mesela. Güvendiğin koca bir dağ, sevgi çiçeği. Derdini anlayan, yaralarına merhem olandır.

12 Kasım 2014 Çarşamba


   Günümde ki Kuyruklar


Güne günaydın dedikten sonra başlıyor kuyruklar benim için.Hele de yurtta kalıyorsan.Kahvaltı yapacağım, bir bakıyorum başlamış kuyruk bekle Allah bekle. Neyse diyorum bekleyeyim. Kahvaltımı yapıp yurttan ayrıldım.Okula gitmek için otobüse binmek gerekiyor ya orada da var bir kuyruk. Sonra zar zor okula ulaşıyorum tekrar otobüs için bekliyorum kuyruğu. Ne kadar çok saydım kuyrukları değil mi? Ama daha bitmedi maalesef. Öğle arası oldu, yemek yiyeceğiz arkadaşlarla yemekhane de fakat orada da bekler bir kuyruk bizi. Bu burada bitmiyor, döngü şeklinde ilerliyor. Siz düşünün artık bir günüm de kaç saat kuyrukta beklediğimi ve zaman kaybımı.

               

    Biz Dört Kişiyiz...



Bundan yedi yıl önce lisede üç tane pırlanta gibi insanlarla tanıştım. Hiçbir şeyimken bir anda her şeyim oldular. Beraber günler, aylar, seneler geçirdik. Dersler, ödevler, sınavlar yanında gır gır, şamata, eğlence, üzüntü, ağlamalı gözler... Yaşamadığımız duygular kalmadı anlayacağınız.Geriye dönüp baktığım da vay be diyeceğimiz bir sürü anı biriktirmişiz. Derken koca dört sene doldu okul bitti, yani ayrılık zamanı.Ama biz  ayrılmadık daha da kenetlendik. Arkadaştan öte dost, kardeş, sırdaş bazen abla bazen anne olduk birbirimize.Dertlerimizi, sevinçlerimizi paylaştık.

Şöyle bir söz okumuştum " İnsanlar anlatabildikleriyle dost, eğlenebildikleriyle arkadaş, ağlayabildikleriyle kardeş olurlar." İşte bu sözde anlatılan her şeyi ben onlarla yaşadım.Her şeyimi anlattım hiç tereddüt etmeden onlara, dertlerimizi anlatıp ağladık. Onlarla beraberken güldük, eğlendik. Yani biz DOST, ARKADAŞ VE KARDEŞİZ.


İyi ki karşılaşmışım ve iyi ki tanımışım onları, kim mi onlar Fatoş, Şeyma ve Güler.

11 Kasım 2014 Salı

  Utursam Fısılda 


   Küçük bir kasabada muhafazakar bir ailede yaşayan hareketli, şarkı söylemeyi seven Hatice, şiir yazmayı seven, sakin bir hemşire Hanife ve kasabaya yeni gelen,müzikle ilgilenen, kaymakamın oğlu Tarık, hikayenin baş kahramanlarıdır.Hayalinin peşinden giden iki gencin hikayesini ve şöhret yolunda yaşadıkları zorlukları güzel bir şekilde beyaz perdeye yansıtmış Çağan Irmak.Ayrıca yetmişli yılların kıyafetlerini,şarkılarını ve duygularını biraz güldürerek biraz da ağlatarak izleyiciye sunuyor.Filmde beni en etkileyen sahne ise Hatice' nin ablasına "Unutursam Fısılda" dediği sahneydi.Yıllar önce kaçıp gittiği için  Hatice ye kızan ablası, her şeyi unutup kardeşine destek çıktı. Burada her ne yaşanmış olursa olsun sevginin bitmediği anlatılmaya çalışılmış.Ayrıca bu filmle Hümeyra'nın sesini tekrar duyma şansını elde ediyoruz. Farah Zeynep Abdullah' ın da oyunculuğun yanında sesinin güzelliği de ortaya çıkmış.
   Güzel bir film izlemenizi tavsiye ederim.
   

            

          SONBAHAR


           Yukarıdaki  resme bakarak hangi mevsimde olduğumuzu bulunuz?
 
  a) İlkbahar
  b)yaz
  c)sonbahar
  d)kış

Şaşırdınız değil mi? Bu da ne şimdi böyle. Ama cevabı kolay başlıkta da var zaten.
     
     Güneş eskisi gibi ısıtmaz, rüzgar içinizi serinletir, ağaçlar yapraklarını bir bir döker,
toprak uykuya yatar, kuşlar göç eder.
     Ve insan anlar, mevsim sonbahar.
   
     Hüzün ve ayrılık ayıdır sonbahar, yapraklar ayrılır ağaçlardan, kuşlar ayrılır yuvasından, seven ayrılır sevdiğinden, insan ayrılır dünyadan...
   
     Biter mi ayrılıktan sonra her şey?
     Sonbahar gerçekten son bahar mı?
       
     Ama yapraklar tekrar yeşeriyor,
     Kuşlar tekrar dönüyor yuvalarına,
     Sevenler kavuşuyor,
     İnsan tekrar diriliyor...
   
     Son yok aslında hayatta, her son yeni bir başlangıç şu yaşamda ...      

 



9 Kasım 2014 Pazar

  Dizi Repliklerinden

Çalıkuşu dizisinde geçen bir şiir vardı beni çok etkiledi bunu sizinle paylaşmak istedim. Kimin yazdığını bilmiyorum ama kim yazdıysa çok güzel yazmış.


Aç gözlerini!
Kıyamet kıyam olsun!
Ölmek dediğin dirilmeye eş değil mi?
Kıyam uyanmaksa, son dediğin o fazladan iki harf mi yani?
Ah o iki harf!
Ah o yaramaz küçüldükçe büyüyen et!
Ruhum Yaradanınsa sen al etimi, etine şifa et.
Yeter ki uyan bu kan uykulardan,
Uyan ki Yaradana şahitlik et.

Sevmedim, bu denizi, tuzu ..
Derimi kavurdu geçti.
Sevmedim bu karanlığı ..
Gözümün ferini aldı gitti.
Sevmedim ben gitmeleri senden.
Sevmedim kaybetmeyi ben, sevmedim bu vedayı.

Canımdan öte can yanı başımdayken, aç gözlerini ziyadır göreceğin.
Kamaştırır ama geçer.
Kısacık bir bebek çığlığıdır şimdi hayat.
E kolay mı başlamanın yükü bu ufacık bir omuza konmuş heyhat!
O omuz ben olurum istersen,
istersen yaren istersen yoldaş.
Bak ettik mi sana iki başlı dev.
Şimdi bir omuz iki baş.

Gölgesi serin,
kökleri derin mi derin bir ağaç oluğunun,
o günlerin hatırına beraber gidelim.
Küçücük elimin avucunda kaybolduğu uykumun olmadığı o zamana ..

                                                                                                    Çalıkuşu

8 Kasım 2014 Cumartesi

     UMUT

Umudu olmadan yaşar mı insan?

Tutunacak dalı olmadan,

Her yeni bir gün için

Her bir hayal için

İçimizde bir umut olmadan yaşamak

Yaşamak denir  mi buna?

Ki zaten Müslüman kişiye haram değil mi?

Ümitsizlik

...

Her şey bitecek gibi olur  bazen

Ama sen,

Hiç bir zaman bırakma ümidini 

Tut eteğinden

Sen benimsin deyip

Çek her şeye rağmen

Ki göreceksin


Ümidin gelip tebessüm eder sana 


                                                        zeynep 

7 Kasım 2014 Cuma

   Şifa Kaynağı Tarhana

 Hastalıklardan korunmak için ne yaparsınız? Doktora gidip ilaç mı içersiniz? Doktora gitmeye hiç gerek yok çünkü şifa kaynağı tarhana var.İçinde o kadar fazla malzeme var ki hepsi birbirinden yaralı.Ben de size bu şifa kaynağının nasıl yapıldığını anlatacağım.
         İlk olarak malzemeler;
  • kırmızı biber
  • kuru soğan
  • yoğurt
  • domates
  • nane
  • un 
Biber, soğan ve domates doğranır.İçine nane eklenir.Malzemeler bir kapta yaklaşık bir hafta bekletilir.Bekletme nedeni ise malzemelerin tatlarının iç içe girmesi ve ezilmesi içindir.Bir hafta sonunda un ilave edilerek katı bir hamur yoğurulur. Yoğurulan hamur üç (15-20 gün) hafta boyunca mayalanması için bekletilir. Üç hafta dolduktan sonra hamurlar küçük parçalar halinde bez parçalarının üstüne dökülür. Daha sonra elle ezilerek irmik haline getirilip, gölgelik alanlarda kurutulur. Yaptığınız tarhanayı bez torbalarda saklayabilirsiniz.

                                       
                       
 




Artık tarhana yapımı bitmiş oldu. Şimdi de çorbayı yapalım.

Bir tencereye iki çorba kaşığı ayçiçek yağını bir yemek kaşığı domates salçası koyalım biraz kavurup içine 4 su bardağı su ve iki diş sarımsak  koyalım, Su ılıkken içine hazırlamış olduğunuz toz tarhanayı koyup karıştıralım(Dikkat edin su çak sıcak olursa tarhana topaklanır ). Tarhana eriyene kadar karıştıralım ve erdikten sonra 2-3 dakika daha kaynatıp ocaktan alalım. Böylece tarhana çorbamız hazır olmuş olur. Afiyet olsun.
 Bir  tavsiyem var, çocuklarınıza gazlı içeçek  yerine tarhana çorbasını içirin. Hem daha lezzetli hem de şifa kaynağı.
   

    MEMLEKETİM

    Aşıklar şehri olan Uşak 'dır benim memleketim.Küçük, sevimli, insanlar arasında kaybolmayacağınız  sakin bir şehirdir. Uşak 'ın ilk adı Uşşak' dır. İşte "aşıklar diyarı" anlamına gelen adını da buradan almıştır.Saz ve söz ustası bir çok aşık yaşamıştır.
    Bir çok tarihi ve doğal zenginliklere sahiptir.Uşak  merkezinde fazla gezilecek turistik mekanlar yoktur. Fakat ilçelerinde tarihi ve doğal güzellikleri fazladır.En güzel örnek ise Ulubey Kanyonu' dur.
Dünya'nın en büyük ikinci kanyonu olduğunu biliyor muydunuz? Çoğu insan tarafından bilinmez. Ulubey çayı da bütün kanyonu çevreleyerek orayı adeta saklı bir cennete çevirmiştir.                       Bir diğer doğal güzelliği Karahallı ilçesinde bulunan Cılandıras Köprüsü' dür.İnsanın doğada dinlenebileceği, yeşillikler içinde su sesleriyle insanı alıp götüren bir havası vardır
.Tarihi güzelliklerinin yanında insanların el emeği harcayıp oluşturduğu meşhur Eşme kilimleri vardır.Yöre halkının duygusunu, düşüncesini, inancını, yaşayış şeklini ilmek ilmek dokunduğu değerli kilimlerdir. Daha bitmez anlatılacaklar o kadar fazladır ki.
     Birde öyle güzel lezzetleri vardır ki damakta hoş bir tat bırakır. Tam bir şifa kaynağı, hastalıklara karşı antibiyotik Tarhana çorbası
, düğünlerin vazgeçilmez lezzeti Keşkek, Döndürme , Topalak yemeği, Katmer ...
     Say say bitmez doğal güzellikleri, tarihi yerleri, yemekleri. Gelip görmek, doğal güzellikler içinde kaybolup derin bir nefes almak lazım.
     

6 Kasım 2014 Perşembe

     Zaman Geçmek Bilmez Önce Sonra Yıllar Sayamazsın !


     Ne güzel demiş Şebnem Ferah. Gerçekten öyle değil mi? Bir düşünün geriye  doğru hayal edin,dünyaya ilk göz açtığınız zamanı. Hiçbir şey bilmediğiniz koca dünya. Sonra günler ,aylar derken seneler geçiyor. Hayatımız da ilkler başlayıp son buluyor.
     İlk okul günümüz mesela birinci sınıfa gideceksiniz. Zaman çabuk geçti değil mi ? Baksana birinci sınıfa başladın. Annenden ilk defa ayrılıyorsun. Senin için o gün zaman geçmez artık .Annen yok yanında çünkü. Derken alışırsın, farkında olmazsın zamanın nasıl geçtiğinin, bir bakmışsın lise sonra üniversite.Geçti yine zaman değil mi? Ama öyle zamanlar olur ki hayatınızda, geçmez o dakikalar, saatler hatta bazen günler de. Adeta içinize işler, canınızdan can alır.Geçsin! Geçsin artık şu zaman dersiniz. Sonra bir bakarsınız ki geçmiş. Sadece GEÇMİŞ.
    Geriye dönüp baktığında koca koca yıllar ve sen onları sayamazsın!
 
        

5 Kasım 2014 Çarşamba

Öğrenciysen! Seksen Beşi Duyarsan


Bir gün yurtta arkadaşın odasına gitmiştim.Bana "seksen beş liralık iş var gitmek istersen" dedi. Sen öğrencisin  ve seksen beş liralık iş varmış durur musun ? Ben durmadım hemen telefon numarasını aldığım gibi aradım. Adresi alıp oda arkadaşımla beraber gittik.
Biz gelmeden önce ne yapacağımızı açıklamışlar. Bize de kısa bir açıklama yaptılar. Diş macunu tanıtımı yapacağız aynı zamanda satacağız. Sonra bir dolmuşa binip Etimesgut taraflarına gittik.Arkadaşımla beraber başladık kapı kapı dolaşıp diş macunu satmaya. Bir kapı, iki kapı derken kapılar sayılmaz oldu.Ama biz yorgunluktan ölüyoruz. Satabilsek iyi ama satamıyoruz.Neyse ki ben bir tane , arkadaşım iki tane sattı. Daha işin bitmesine bir buçuk saat vardı..Biz pes ettik çünkü kazancımız yok boşuna kendimizi yoruyorduk. O gün diş macunundan nefret ettik.
Saat ilerledikçe karnımız acıktı. Bim' e girdik , alışverişimizi yaptık ,kasa da parayı ödedikten sonra
bize promosyon olarak tüp çikolata verdiler.Arkadaşımla sevindik o kadar kalori harcadık enerji almalıydık. Büyük bir sevinçle elimize aldık meğer o çikolata değilmiş. Ne olsa beğenirsiniz "Diş Macunu".